1 Eylül

Evlat edinme işleminin iptali davası ile ilgili davalarda 5 yıllık hak düşürücü sürenin iptaline ilişkin AYM kararı

Anayasa Mahkemesi Başkanlığı

Esas Sayısı : 2012/35

Karar Sayısı : 2012/203

Karar Günü : 27.12.2012

Özet: Haklı nedenlerle evlatlık ilişkisinin kaldırılması ile ilgili sebebi, evlat edinme kararının kesinleştiği tarihten itibaren beş yıllık süre dolduktan sonra öğrenen kişinin, durumu geç öğrenmesine yol açan haklı nedenin varlığı değerlendirilmeden dava hakkını beş yıllık hak düşürücü süreye bağlayan itiraz konusu kural ile kişinin dava açma hakkı ölçüsüz bir şekilde sınırlanmakta ve hak arama hürriyetinin özü zedelenmektedir.

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Yargıtay İkinci Hukuk Dairesi

İTİRAZIN KONUSU : 22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 319. maddesinde yeralan “…ve her halde evlât edinme işleminin üzerinden beş yıl…” ibaresinin, Anayasa’nın 2., 11., 13. ve 36. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi istemidir.

I- OLAY

Aile mahkemesince, evlat edinme işleminin üzerinden 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 319. maddesinde öngörülen beş yıllık hak düşürücü sürenin geçmesi gerekçe gösterilerek reddedilen davanın temyiz incelemesini yapan ve itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Yargıtay İkinci Hukuk Dairesi sözkonusu ibarenin iptali için başvurmuştur.

II- İTİRAZIN GEREKÇESİ

Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:

“Davacı, evlat edinmeyi ve bu ilişkinin kaldırılması sebebini öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl içinde dava hakkını kullanmıştır. Ancak evlat edinme işleminin üzerinden beş yıl geçtiği için davası reddedilmiştir. Evlatlık ilişkinin kaldırılmasına ilişkin dava hakkının kullanılmasını, “evlat edinme işlemden itibaren beş yılla sınırlayan” Türk Medeni Kanununun 319. maddesi hükmü, Anayasanın 2., 11., 13. ve 36. maddelerine aykırıdır. Şöyle ki;

Anayasanın 2. maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri sayılırken “…Türkiye Cumhuriyeti’nin, bir hukuk devleti” olduğu belirtilmiş; 11. maddesi ise “Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu, kanunların Anayasaya aykırı olamayacağını”, 36. maddesi, “herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip bulunduğunu” hükme bağlamış, 13. maddesinde ise, “temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı” belirtilmiştir.

Evlat edinme ile, evlat edinenle evlatlık arasında doğal soybağına yakın bir soybağı ilişkisi kurulmaktadır.(TMK. m. 282/2) Bunun sonucu olarak evlat edinme ile, ana ve babaya ait hak ve yükümlülükler evlat edinene geçmektedir. (TMK. m. 314) Türk Medeni Kanunu, evli bir kimsenin tek başına evlat edinmesine, Kanunda sayılan belirli durumlarda izin vermiş, bunun dışında evli bir kimsenin tek başına evlat edinmesinin mümkün olmadığını, eşlerin ancak birlikte evlat edinebileceklerini hükme bağlamıştır. Kanunun “eşler ancak birlikte evlat edinebilirler” (m.306/1) hükmü ile evli bir kimsenin, birlikte evlat edinmenin imkansız olduğu bazı durumlarda tek başına evlat edinmesine imkan veren 307. maddesinin ikinci fıkrasının iptali isteği, Anayasa Mahkemesine itiraz yoluyla götürülmüş, Yüksek Mahkeme, 9.7.2009 tarihli, 2004/38 esas, 2009/108 karar sayılı kararıyla, bu hükümlerin Anayasa’ya aykırı olmadığı sonucuna vararak itiraz başvurusunu reddetmiştir. Kanun, kurulmuş olan evlatlık ilişkisinin kaldırılmasını gerektiren sebepleri 317. ve 318. maddesinde göstermiştir. 318. madde “evlat edinme esasa ilişkin diğer noksanlıklardan biriyle sakatsa, Cumhuriyet savcısı veya her ilgilinin, evlatlık ilişkisinin kaldırılmasını isteyebileceğini…” hükme bağlamış, “noksanlıklar bu arada ortadan kalkmış veya sadece usule ilişkin olup, ilişkinin kaldırılması evlatlığın menfaatini ağır biçimde zedeleyecek olursa bu yola gidilemeyeceğini” öngörmüştür. Anayasa Mahkemesine başvurulmasına karar verilen somut olayda, evli bir kimse, birlikte evlat edinmenin imkansız olduğu Kanunda gösterilen belli durumlar bulunmadığı halde, tek başına evlat edinmiştir. Başka bir ifade ile, Kanunun izin vermediği bir evlatlık ilişkisi kurulmuştur. Kanun, 319. maddesinde dava hakkının “evlatlık ilişkisinin kaldırılması sebebinin öğrenilmesinden başlayarak bir yıl ve her halde evlat edinme işleminin üzerinden beş yıl geçmekle düşeceğini” hükme bağlamıştır. Bu maddede öngörülen “ve her halde evlat edinme işleminin üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkının düşeceğine” ilişkin düzenlemenin altında yatan temel sebep, evlat edinme ile kurulan soybağı ilişkisi üzerindeki çekişmeyi bitirmek ve bu ilişkinin her zaman dava ile ortadan kaldırılabilmesi imkanını vermemek suretiyle ilişkiye istikrar kazandırmaktır. Kuşkusuz kanun koyucunun bu amacı, Kanunun izin verdiği bir evlatlık ilişkisi kurulmuş ise anlaşılabilir. Ortada Kanunun kesin biçimde yasakladığı bir evlatlık ilişkisi söz konusu ise, bu ilişkinin kaldırılmasını dava etme hakkının, işlem tarihinden itibaren beş yılla sınırlandırılması, kanuna aykırı bir ilişkiyi ilelebet sürdürmek anlamına gelir ki, yasa koyucunun bunu arzulamadığı açıktır. O nedenle, madde metnindeki “ve her halde evlat edinme işleminin üzerinden beş yıl” ifadesi Anayasanın 2. maddesindeki “hukuk devleti” ilkesiyle bağdaşmaz.

Öte yandan, Anayasanın 13. maddesi, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceğini, … bu sınırlamaların, … ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağını” hükme bağlamıştır. Hukuk devletinin bir gereği olan “ölçülülük” ilkesi yasa koyucu için bağlayıcıdır. Bu ilke, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında vurgulandığı gibi “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” ilkelerini içerir. “Elverişlilik”, getirilen kuralın ulaşılmak istenen amaç için elverişli olmasını, “gereklilik”, getirilen kuralın, ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli olmasını ve “orantılılık” ise, getirilen kural ile ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü ifade eder. (Anayasa Mahkemesinin 27.10.2011 tarihli 2010/71 esas, 2011/143 karar sayılı kararı.) Ölçülülük ilkesi nedeniyle Devlet, sınırlamadan beklenen kamu yararı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengeyi sağlamakla yükümlüdür. İtiraz konusu kural, “dava hakkını” ölçüsüz şekilde sınırladığından Anayasanın 13. maddesine ve Anayasa hükümlerinin yasama, yürütme ve yargı organlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır” şeklindeki 11. maddesine aykırı bir düzenlemedir. Anayasaya göre “herkes, meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” Bu hak, Anayasa’da herhangi bir sınırlamaya tabi tutulmamıştır. İtiraz konusu kural, kişinin dava açma hakkını ölçüsüz bir şekilde sınırlandırmakta ve hakkın özüne dokunmaktadır. Somut olayda davacının, eşi sağ iken böyle bir dava açmakta korunmaya değer bir hukuki yararı bulunmadığından (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 7.12.1955 tarihli ve 11/24 sayılı kararı.) o ancak eşinin ölümünden sonra bu hakkını kullanabilecektir. Böyle bir halde, evlat edinme işleminin üzerinden beş yıl geçmiş ise, başka bir ifade ile, olayda olduğu gibi eşi, evlat edinme işleminin üzerinden beş yıl geçtikten sonra ölmüş ise, işlem üzerinden beş yıl geçmiş olduğu için davacı hiçbir zaman dava açamayacak demektir. O nedenle sözü edilen kuralın, “hak arama özgürlüğünün” özüne dokunduğundan Anayasanın 36. maddesine de aykırı olduğu kanaatine varılmıştır.

Öte yandan; Anayasa Mahkemesi; kocanın soybağının reddi davası açma hakkını “her halde doğumdan başlayarak beş yılla” sınırlayan Türk Medeni Kanununun 289. maddesinin birinci fıkrasındaki “…her halde doğumdan başlayarak beş yıl. .” ibaresini, 25.6.2009 tarihli, 2008/30 esas, 2009/96 karar sayılı kararıyla Anayasaya aykırı bulmuş ve iptal etmiştir (R.G. 7.10.2009 gün ve 27369 sayı.) Babalık davasında da, çocuğun dava hakkını ergin olduğu tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süreye bağlayan Türk Medeni Kanununun 303. maddesinin ikinci fıkrasındaki “…hiç kayyım atanmamışsa çocuğun ergin olduğu tarihte işlemeye başlar…” hükmünü, 27.11.2011 tarihli, 2010/71 esas, 2011/143 karar sayılı kararıyla yine Anayasaya aykırı görerek iptal etmiş, bu hükmün iptali nedeniyle aynı maddenin ikinci fıkrasının kalan bölümünün de uygulanma olanağı kalmadığından iptaline karar vermiştir. (R.G. 7.2.2012 gün, 28197 sayı) Bu kararlarda ortaya konulan iptal gerekçeleri, evlat edinenle evlatlık arasındaki soybağı tesis eden “evlat edinme işleminin kaldırılması davası” için de geçerli olmak gerekir.

KARAR: Yukarıda açıklanan sebeplerle;

1- Davada uygulanacak kural niteliğinde olan Türk Medeni Kanununun 319. maddesinde yer alan “…ve her halde evlat edinme işleminin üzerinden beş yıl…” şeklindeki düzenlemenin; Anayasanın 2, 11, 13. ve 36. maddelerine aykırı olduğu kanaatine varıldığından, sözü edilen hükmün iptali için, Anayasanın 152′nci ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 40′ncı maddesi gereğince Anayasa Mahkemesine itiraz başvurusunda bulunulmasına,

2- Temyiz incelemesi bakımından, Anayasa Mahkemesine itiraz başvurusunun bekletici mesele sayılmasına, Anayasanın 152/3. ve 6216 sayılı Kanunun 40/5. maddesi gereğince, davanın temyiz incelemesinin, işbu başvurunun Anayasa Mahkemesinin kaydına giriş tarihinden itibaren beş ay süreyle bekletilmesine,

3- Gerekçeli başvuru kararının aslının, dava dosyası içindeki belgelerin aslına uygunluğu onaylı örneklerinin dizi listesine bağlanarak Anayasa Mahkemesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi.”

III- YASA METİNLERİ

A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı

22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun itiraz konusu kuralın da yer aldığı 319. maddesi şöyledir:

Hak düşürücü süre

Madde 319- Dava hakkı, evlâtlık ilişkisinin kaldırılması sebebinin öğrenilmesinden başlayarak bir yıl ve her hâlde evlât edinme işleminin üzerinden beş yıl geçmekle düşer.”

B- Dayanılan Anayasa Kuralları

Başvuru kararında, Anayasa’nın 2., 11., 13. ve 36. maddelerine dayanılmıştır.

IV- İLK İNCELEME

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince Serruh KALELİ, Alparslan ALTAN, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ve Erdal TERCAN’ın katılımlarıyla 18.4.2012 günü yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

V- ESASIN İNCELENMESİ

Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Fatma BABAYİĞİT tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

Başvuru kararında, itiraz konusu kural ile Kanun’un kesin biçimde yasakladığı bir evlatlık ilişkisinin kaldırılmasını dava etme hakkının, işlem tarihinden itibaren beş yılla sınırlandırılmasının Kanun’a aykırı bir ilişkiyi ilelebet sürdürmek anlamına geleceği; bu durumun hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayacağı gibi dava hakkını ölçüsüz şekilde sınırladığı ve hak arama özgürlüğünün özüne dokunduğu belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2., 11., 13. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Kanun’un itiraz konusu kuralın da yer aldığı 319. maddesi uyarınca, evlatlık ilişkisinin kaldırılmasına ilişkin dava hakkı, ilişkinin kaldırılmasını gerektiren sebebin öğrenilmesinden itibaren bir yıl ve her hâlde evlat edinme işleminin üzerinden beş yıl geçmekle düşmektedir. Beş yıllık süre, evlat edinme kararının kesinleştiği tarihten itibaren başlamaktadır.

Evlatlık ilişkisinin kaldırılması için öngörülen süreler, hak düşürücü süre olduğundan, hâkim tarafından yargılamanın her aşamasında kendiliğinden nazara alınacaktır. Bu nedenle Kanun’da öngörülen süre geçmiş ise dava, hak düşürücü sürenin geçirilmesi nedeniyle reddedilecektir.

Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve kanunlarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.

Kanunların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle kanun koyucunun hukuki düzenlemelerde kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir.

Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri mahkemeye erişim hakkıdır. Bu hak, hukuki bir uyuşmazlığın bu konuda karar verme yetkisine sahip bir mahkeme önüne taşınması hakkını da kapsar. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca, hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanımına ilişkin düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak, bu sınırlamalar Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz.

Anayasa’nın 13. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamalar, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi, hak ve özgürlüklerin özlerine de dokunamaz. Hak arama özgürlüğü demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez unsurlarından biri olup tüm bireyler açısından mümkün olan en geniş şekilde güvence altına alınmalıdır. Diğer taraftan, hukuki işlem ve kuralların sürekli dava tehdidi altında bulunması hukuk devletinin unsurları olan hukuki istikrar ve hukuki güvenlik ilkeleriyle bağdaşmaz.

Anayasa’nın 41. maddesinde, Türk toplumunun temeli olarak tanımlanan aile ve çocukların yüksek çıkarının korunması için tedbirler alınması devlete verilmiş bir ödevdir. Çocuğun korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça biyolojik anne ve babası ile kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahip olduğu düşünüldüğünde, bu hakkı ve işlevselliğini koruyan hak arama özgürlüğünü zedeleyecek nitelikteki kuralın, gözetilmesi gereken birey ve kamu yararı arasındaki adil dengeyi koruduğu söylenemeyecektir.

İtiraz konusu kuralda, evlatlık ilişkisinin kaldırılması davasının belli sürelerle sınırlandırılmasındaki amacın, çocuğun ve ailenin devamlı olarak dava tehdidi altında bulundurulmasını engelleyerek evlat edinme ilişkisine istikrar kazandırmak, aileyi ve çocuğu korumak, ailenin ve toplumun huzurunun bozulmasını önlemek olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, Kanun’da kişinin kusuru olmaksızın, onu, vaktinde dava açmaktan alıkoyan haklı nedenlerin varlığından dolayı evlat edinme işleminin ortadan kaldırılması davasının süresinde açılamaması durumu için herhangi bir düzenleme öngörülmemiştir. Kanun’a göre evlat edinme kararının kesinleştiği tarihten itibaren beş yıllık süre geçtikten sonra, gecikmeyi haklı kılan bir neden olsa bile evlat edinme işleminin kaldırılmasına ilişkin dava, süre yönünden reddedilecektir. Haklı nedenlerle evlatlık ilişkisinin kaldırılması ile ilgili sebebi, evlat edinme kararının kesinleştiği tarihten itibaren beş yıllık süre dolduktan sonra öğrenen kişinin, durumu geç öğrenmesine yol açan haklı nedenin varlığı değerlendirilmeden dava hakkını beş yıllık hak düşürücü süreye bağlayan itiraz konusu kural ile kişinin dava açma hakkı ölçüsüz bir şekilde sınırlanmakta ve hak arama hürriyetinin özü zedelenmektedir.

Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2., 13. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.

Kuralın, Anayasa’nın 11. maddesi ile ilgisi görülmemiştir.

Mehmet ERTEN bu görüşe farklı gerekçeyle katılmıştır.

VI- İPTAL KARARININ YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU

Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında, “Kanun, kanun hükmünde kararname ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.” denilmekte, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrasında da bu kural tekrarlanmaktadır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 319. maddesinde yer alan “…ve her halde evlât edinme işleminin üzerinden 5 yıl…” ibaresinin iptal edilmesi nedeniyle, doğacak hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edecek nitelikte görüldüğünden, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince iptal hükmünün, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür.

VII- SONUÇ

1- 22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 319. maddesinde yer alan “…ve her hâlde evlât edinme işleminin üzerinden beş yıl…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE,

2- 4721 sayılı Kanun’un 319. maddesinde yer alan “…ve her hâlde evlât edinme işleminin üzerinden beş yıl…” ibaresinin iptal edilmesi nedeniyle, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince İPTAL HÜKMÜNÜN, KARARIN RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK ALTI AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE,

27.12.2012 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.