Bilinçli taksirle ilgili yargıtay kararları

YARGITAY 12. Ceza Dairesi
Esas No: 2012/7892
Karar No: 2013/2056

Taksirle öldürme suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre sanık müdafiin sanığın kusrlu olmadığına ilişkin temyiz itirazlarının reddine,ancak

İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksir, 5237 sayılı TCK’nın 22/2. maddesinde “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde tanımlanmıştır. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler alması ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama zorunluluğundan doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir, fail tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25.03.2008 tarih ve 43-62; 01.02.2005 tarih ve 213-3; 23.03.2004 tarih ve 12-68; 09.10.2001 tarih ve 181-204; 21.10.1997 tarih ve 99-202 sayılı kararları başta olmak üzere, birçok kararında da vurgulandığı üzere, öğretide ve uygulamada taksirin unsurları;

a- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
b- Hareketin iradiliği,
c- Neticenin iradi olmaması,
d- Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması,
e- Neticenin öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması, şeklinde kabul edilmektedir.

Bilinçli taksir ise 5237 sayılı TCK’nın 22/3. maddesinde, “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” olarak tanımlanmıştır. Taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir halinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.
Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlike hali, bunu öngörmemiş olan kimsenin tehlike hali ile bir tutulamaz; neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun, bu neticeyi meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.

Tüm açıklamalar çerçevesinde;

Sanığın idaresindeki hayvan gübresi yüklü kamyonla gece vakti yağışlı havada, ıslak zeminde çift yönlü, yokuş aşağı eğimli, sola doğru sert virajlı yolda seyrederken hızını yol şartlarına ayarlamamaktan dolayı şerit ihlali yaparak karşı şeride taşması ile karşıdan gelen katılanların içinde bulunduğu araca çarpması şeklinde gelişen bir kişinin öldüğü üç kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan olayda bilinçli taksirin şartlarının bulunmadığı gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması,

Kanuna aykırı olup, sanık müdafinin temyiz itirazı bu nedenle yerinde görüldüğünden, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 saYARGITAY
CEZA GENEL KURULU
Esas Numarası: 2013/12-692
Karar Numarası: 2013/587
Karar Tarihi: 03.12.2013

* SANIĞIN TAKSİRLE BİR KİŞİNİN ÖLÜMÜNE NEDEN OLMA SUÇUNDAN CEZALANDIRILMASINA KARAR VERİLEN OLAYDA, ÖZEL DAİRE İLE YEREL MAHKEME ARASINDA OLUŞAN VE CEZA GENEL KURULUNCA ÇÖZÜMLENMESİ GEREKEN UYUŞMAZLIK SANIĞIN EYLEMİNİ TAKSİRLE Mİ YOKSA BİLİNÇLİ TAKSİR İLE Mİ GERÇEKLEŞTİRDİĞİNİN BELİRLENMESİNE İLİŞKİN OLDUĞU
* BİLİNÇLİ TAKSİR BASİT TAKSİR AYRIMI

5237k/85, 22

ÖZETİ: Sürücü belgesi bulunmayan sanığın olay günü 20.30 sularında lamba ile aydınlatılmış yolda, kendisi ile aynı yönde kaldırım kenarında ve kaplama içerisinde yürüyen ölene, arkasından çarpması şeklinde meydana gelen olayda, bilinçli taksirin uygulanma şartlarının oluşmadığı gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurularak fazla ceza tayini” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkemece sanığın ehliyetinin bulunmaması, eylemin bilinçli taksirle gerçekleştirildiğine gerekçe gösterilmiş ise de, sürücü belgesi olmaksızın araç kullanmak, tek başına eylemin bilinçli taksirle gerçekleştirildiğini göstermemekte olup, nitekim taksirle öldürme ve yaralama suçlarından verilen hükümlerin temyiz incelemesini yapan Özel Dairece de sürücü belgesiz araç kullanmak tek başına bilinçli taksir hali olarak kabul edilmemiştir. Bu itibarla, isabetsiz olan yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan sanık (H.Y.)’ın 5237 sayılı TCK’nun 85/1 ve 22/3. maddeleri uyarınca 2 yıl 8 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin, (A.) 10. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 23.06.2010 gün ve 613-716 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 04.06.2012 gün ve 21409 – 13906 sayı ile;
“Sürücü belgesi bulunmayan sanığın olay günü 20.30 sularında lamba ile aydınlatılmış yolda, kendisi ile aynı yönde kaldırım kenarında ve kaplama içerisinde yürüyen ölene, arkasından çarpması şeklinde meydana gelen olayda, bilinçli taksirin uygulanma şartlarının oluşmadığı gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurularak fazla ceza tayini” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 03.10.2012 gün ve 593 – 644 sayı ile;
“… Ehliyetsiz bir kişinin her tarafı görebildiği, lamba ile aydınlatılmış bir yolda kaldırım kenarında yürüyen kişiye çarparak ölümüne sebebiyet verdiği kabul edildiğine göre TCK’nun 22/3. maddenin uygulanmama gerekçesinin ne olduğu mahkememizce anlaşılamamıştır.
TCK’nun 22/3. madde de bilinçli taksir eylemi düzenlendiğinde “şu hallerde bilinçli taksir olur” şeklinde bir bilgi olmadığına göre bu hususun takdiri yargılama yapan mahkemeye bırakılmıştır.
Araç kullanan bir kişinin o aracı kullanma ehliyetinin bulunması yasal bir koşuldur. 2918 sayılı Kanunda ehliyetsiz araç kullanmanın kabahat nevi cezaya bağlanması hiçbir şekilde verilecek cezaya bilinçli taksirin uygulanmasına engel teşkil edemez. Bu husus kabul edildiğinde Türkiye genelinde tüm ehliyetsiz araç kullanan kişilerin neden olabilecekleri ya da neden oldukları taksirli ölüm olaylarında bilinçli taksir uygulanamaz sonucu çıkar ki; bu husus hukuk prensiplerine ve hayatın olağan akışına aykırıdır. Aşağıda kapsamlı gerekçesi gösterilecek olsa da araç kullanma ehliyeti bulunmayan bir kişinin kaldırım kenarında yürüyen 19 yaşında bir kişiye tamamen aydınlatılmış yolda vurması ve ölümüne neden olması başlı başına o aracı kullanma ehliyetinin bulunmadığının delili kabul edilmiş ve bu nedenle bozma kararına uyulmamıştır…
Her şeyden önce 01/06/2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK ile kusur oranlama işlemi yürürlükten kaldırılmıştır. Kusur oranı ne olursa olsun kanunda belirtilen cezanın alt sınırda olsa verilmesi hüküm altına alınmıştır. Ceza yargılaması yapan hiç bir mahkeme hiç bir bilirkişi raporuyla bağlı olmadığı gibi hangi raporun hukuka uygun olduğunu kabul etme özgürlüğü ve iradesine sahiptir. Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Anglosakson ülkelerinde sadece ehliyetsiz araç kullanmak suretiyle ölüme sebebiyet veren kişiler adam öldürmeye teşebbüs suçundan yargılanmaktadırlar. Ülkemizde bunu sağlayacak bir yasa hükmü olmadığından sürücü belgesiz bir insanın araç kullanması ancak hakimin vereceği dengeli kararla ceza adaletine yardımcı olacaktır. Sanığın bizzat sürücü belgesiz araç kullanması asli kusurlu olsun, tali kusurlu olsun olayda her şeyden önce kusurlu olması için geçerli bir nedendir. Kusurun asli, tali, birinci derecede, ikinci derecede olması sadece Asliye Hukuk Mahkemelerindeki tazminat davalarının konusunu oluşturan bir olgudur. Sanık sonuç olarak sürücü belgesiz, ehliyetsiz bu yeteneklere haiz olduğu yasaca saptanmadan araç kullanarak 19 yaşındaki bir gencin ölümüne neden olduğuna göre üçüncü bilirkişi, olmadı dördüncü bilirkişi gibi yollara gidilip katılanların acısını daha da artırmak yargılama görevi yapan hakim tarafından uygun görülmemiş ve savunma bu gerekçelerle kabul edilmemiştir” gerekçesiyle direnerek, sanığın ilk hükümdeki gibi cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 02.10.2013 gün ve 289634 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eylemini taksirle mi, yoksa bilinçli taksir ile mi gerçekleştirdiğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
21.03.2009 günü saat 20.30 sıralarında sürücü belgesi bulunmayan sanığın sevk ve idaresindeki araç ile yanında arkadaşı tanık (G.) olduğu halde seyir halinde iken, olay yeri olan (A.*) ilçesi (F.Ç.) Mahallesi (…) Caddeye geldiğinde, havanın açık ve yağışsız, zeminin asfalt ve kuru, seyir yönünde hafif eğimli, yatayda virajlı ve 8 metre genişliğindeki iki yönlü, lamba ile aydınlatılmış yolda, taşıt yolu içerisinde kaldırıma yakın yerde yürüyen ölen (E.)’e aracın sağ ön kısmı ile arkadan çarptığı, çarpma neticesi kaldırıma fırlayan (E.)’in olay yerinde öldüğü, çarpmadan sonra kaçan ve ertesi gün izinli olarak geldiği askeri birliğe geri dönen sanığın ilk aşamada yakalanamaması nedeniyle alkol muayenesinin yapılamadığı, olay yerinde herhangi bir fren izine rastlanmadığı,
Soruşturma aşamasında trafik polisi bilirkişinin düzenlediği raporda; “yayanın yaya kaldırımını kullanmadığı ve taşıtları göremeyecek şekilde yürüdüğü için Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 138/a ve b maddesini ihlal ettiğinden birinci derecede kusurlu olduğu, sürücünün ise hızını yol ve trafik durumuna göre ayarlamadığından 2918 sayılı Kanunun 52. maddesini ihlal etmesi nedeniyle ikinci derecede kusurlu olduğu” açıklamasına yer verildiği,
Mahkemece yapılan keşif sonrası düzenlenen bilirkişi raporunda da ilk rapordaki benzer değerlendirmeler yapılarak, ölenin birinci derecede, sanığın ise ikinci derecede kusurlu olduğunun bildirildiği,
Katılanlar vekilinin talebi üzerine dosyanın gönderildiği (A.) Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesince düzenlenen raporda ise; “…Sürücünün aydınlatması olan yolda seyrederken, yola gereken dikkatini vermediği, hızını görüşüne ve mahal şartlarına göre ayarlamadığı, dalgın ve dikkatsiz biçimde seyrini sürdürüp önünde yolun sağ kenarında kaldırıma yakın yerde aynı yönde yürümekte olan yayaya tehlikeli biçimde yaklaşıp arkadan önlemsiz-ce çarptığı olayda asli kusurlu olduğu, yayanın ise gece vakti yolun kenarındaki 3 metre genişliğinde olan yaya kaldırımını kullanabileceği halde bu yeri kullanmayıp kaldırımın kenarına yakın vaziyette, taşıt yolu içerisinde ve araçlara sırtı dönük şekilde yol boyunca yürümekle kendi can güvenliğini ve trafik güvenliğini tehlikeye düşürdüğü, dikkatsizliği tedbirsizliği kurallara aykırı hareketiyle sebebiyet verdiği ve söz konusu otomobilin çarpmasına maruz kalarak kendi ölümüyle sonuçlanan olayda tali kusurlu olduğu…” bilgisinin yer aldığı,
Tanıklar (F.) ve (C.)’in aşamalardaki beyanlarında; olay yerinin karşısında bulunan kaldırımda yürüdükleri esnada ölenin yolun karşısında cadde üzerinde kaldırımın kenarında yürürken arkasından hızlı bir şekilde gelen aracın fren yapmadan ölene çarparak olay yerinden hızlı bir şekilde kaçtığını, yolda aydınlatma lambası olup, yolun boş olduğunu belirttikleri,
Tanık (G.)’nin beyanında; olay sırasında kendisinin de araçta olduğunu, teyple uğraşırken bir anda çarpma sesi duyduğunu, herhangi bir kimseye çarptıklarını fark etmediğini, aracın ortalama 50 km hızla gittiğini ifade ettiği,
Sanığın aşamalardaki savunmalarında özetle; askeri birliğinden 5 günlük izin alarak geldiğini, arkadaşı ile ba-basına ait otomobili izinsiz alarak gezmeye çıktıklarını, kazanın tam olarak nasıl olduğunu anlamadığını, yolun karanlık ve hafif virajlı olduğu için şahsı göremediğini, ehliyetinin olmadığı için panikleyerek kaçtığını, olay anında 50-60 km hızla gittiğini savunduğu,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi bakımından, taksir ve bilinçli taksir kavramları üzerinde durulması gerekmektedir.
Kural olarak suç; ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hallerde ise taksirle de işlenebilir, istisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir.
5237 sayılı TCK’nun 22/2. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır.
Öğretide de benimsendiği üzere, Ceza Genel Kurulunun birçok kararında taksirin unsurları;
1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Sonucun istenmemesi,
4- Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülememiş olması, şeklinde kabul edilmektedir.
Taksirli suçlarda da, gerek icrai hareketin gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi halinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Sonucun gerçekleşmesinde, mağdurun taksirli davranışının da etkisinin bulunması halinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum failin taksirli sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmez. 5237 sayılı TCK’nda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hal ancak temel cezanın tayininde dikkate alınabilir.
5237 sayılı TCK’nda taksir; basit taksir ve bilinçli taksir şeklinde ayrıma tabi tutulmuş, kanunun 22/3. fıkrasında bilinçli taksir; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmış, bu halde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür.
Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngöre-memesi, bilinçli taksir halinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.
Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin hali, bunu öngörmemiş olan kimsenin hali ile bir tutulamaz. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun, bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanığın hafif eğimli ve virajlı yolda, yol şartlarına göre hızını ayarlamayarak yol kenarında yürümekte olan (E.)’e arkadan çarparak ölümüne neden olması şeklinde gelişen olayda, alkollü olduğu ya da aşırı süratli ve tehlikeli şekilde araç kullandığına dair delil bulunmadığı gibi, araç kullanmayı bilmediği de ileri sürülmeyen sanığın, meydana gelen neticeyi öngörmesi gerektiği halde gerekli dikkat ve özeni göstermeyerek öngöremediği, dolayısıyla bilinçli taksir halinin bulunmadığının kabulü gerekmektedir.
Yerel mahkemece sanığın ehliyetinin bulunmaması, eylemin bilinçli taksirle gerçekleştirildiğine gerekçe gösterilmiş ise de, sürücü belgesi olmaksızın araç kullanmak, tek başına eylemin bilinçli taksirle gerçekleştirildiğini göstermemekte olup, nitekim taksirle öldürme ve yaralama suçlarından verilen hükümlerin temyiz incelemesini yapan Özel Dairece de sürücü belgesiz araç kullanmak tek başına bilinçli taksir hali olarak kabul edilmemiştir. (12 CD.nin 12.09.2013 gün 1592-19861 ve 08.10.2013 gün 2681-22998 sayılı kararları).
Bu itibarla, isabetsiz olan yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Açıklanan nedenlerle,
1- (A.) 10. Asliye Ceza Mahkemesinin 03.10.2012 gün ve 593 – 644 sayılı direnme hükmünün sanığın eylemini taksirle gerçekleştirdiği gözetilmeksizin, bilinçli taksirle gerçekleştirdiğinin kabulü ile karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına tevdiine, 03.12.2013 günü yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.

CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak hükmün BOZULMASINA, 23.01.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

 

T.C. YARGITAY

Ceza Genel Kurulu

Esas No          :2008/9-43

Karar No         :2008/62

Tarih               :25.03.2008

TAKSİRLE ÖLDÜRME TAKSİR BİLİNÇLİ TAKSİR

Özet

1- Taksir ile bilinçli taksir arasındaki yegane fark; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir halinde ise, bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.

Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir. Neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlike hali, bunu öngörmemiş olan kimsenin tehlike hali ile bir tutulamaz; neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun, bu neticeyi meydana getirecek harekette bulunmamakla özellikle görevlidir.

2- Süresiz olarak toplu taşıma araçlarında çalışmama cezası bulunan sanığın kullanmakta olduğu halk otobüsü ile olayın olduğu kavşağa yaklaşırken hızını azaltması ve dikkatli olmak suretiyle geçiş hakkı olan araçların geçmesine imkan vermesi gerekirken, süratli bir şekilde kavşağa yaklaşması, dur işareti anlamına gelen ve ancak gidilecek yolun açık olduğunu gördükten sonra hareket edilmesi gerektiğini belirten fasılalı kırmızı ışığın kendisine yanıyor olmasına karşın durmak bir yana, hızını dahi azaltmadan kavşağa girmesi, kavşağın ortasındaki ikinci fasılalı kırmızı ışığı da geçtikten sonra kendisine fasılalı sarı ışık yanması nedeniyle kavşağa giren ölenin kullandığı araca fren yapma fırsatı bile bulamadan yandan çarpması hususları bir bütün olarak gözönüne alındığında, sanığın meydana gelen neticeyi 5237 sayılı TCY’nin 22/3. maddesi kapsamında öngördüğünün, ancak istemediğinin, dolayısıyla da olayda bilinçli taksir halinin bulunduğunun kabulü gerekir.

5237 s. Yasa m. 22,85

Sanık Doğukan’ın 5237 sayılı TCY’nin 85/2, 22/3 ve 62. maddeleri uyarınca 8 yıl 10 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, TCY’nin 53/6. maddesine göre cezasının infazından sonra ehliyetinin 1 yıl süre ile geri alınmasına ilişkin (Sincan İkinci Ağır Ceza Mahkemesi)’nce verilen 12.02.2007 gün ve 59-24 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi’nce 03.07.2007 gün ve 6006-5856 sayı ile;

“Oluşa ve tüm dosya kapsamına göre olayda bilinçli taksirin koşullarının oluşmadığı gözetilmeden sanık hakkında tayin olunan cezanın 5237 sayılı TCK’nın 22/3. maddesi uyannca arbnma tabi tutulması…” isabetsizliğinden bozulmuştur.

Yerel mahkeme ise, 17.09.2007 gün ve 178-145 sayı ile;

“…Olay günü sabah erken saatlerde, görüş mesafesi ve hava açıkken, herhangi bir yağış yokken, sevk ve idaresindeki otobüs ile kavşağa geldiğinde, kendi yönünden gelen araçlara “dur işareti levhası” anlamını taş/yan kırmızı fasılalı ışık yandığı halde, durup yolun geçişe uygun, açık olduğunu gördükten sonra yeniden hareket etmesi gerekirken, bunu yapmayıp, hızını dahi azaltmayarak bu şekilde kavşağa girmiş, fasılalı kırmızı ışığın yandığı iki trafik levhasını geçmiştir. Bu sırada aynı kavşağa açılan sağ taraftaki yoldan kavşağa giriş yapmak üzere olan maktul Mehmetln geliş yönündeki araçlara, kavşağa girerken yavaşlayarak dikkatlice geçilmesi anlamını taşıyan sarı fasılalı ışık yanmaktadır. Geçiş önceliği adı geçen maktulde iken ve sanığın maktulün kullandığı araca durup bekleyerek yol vermesi gerekirken, maktulün kullandığı araca çarparak kazaya neden olabileceğini öngörmesine rağmen, kullandığı araçla hızlı ve kontrolsüz bir şekilde “geçerim” düşüncesi ile kavşağa giriş yapmış, bu şekilde geçiş önceliğine sahip diğer aracı altına alarak metrelerce sürükleyip iki kişinin ölümüne neden olmuştur. Karayolları Trafik Kanunu’nun 47/b maddesinde, karayollarından faydalananların trafik ışıklarına uymak zorunda olduktan hükme bağlanmış, 19.10.1985 tarihli Trafik Işıkları Hakkındaki Yönetmeliğin 9. maddesinde ise trafik ışıklarının, trafiğin güvenli akışını sağlamak, araçların ve yayalann yolu sıra ile kullanmalannı düzenlemek amacıyla tesis edilen ışıkların işlevleri ayrıntılı olarak belirtilmiştir. Ehliyet/I sürücü olan ve trafik kurallarını bilen sanığın meydana gelen neticeyi istemediği, ancak öngördüğü, fakat buna rağmen neticen/n meydana gelmeyeceğine olan güven ile yükümlülüklerine aykın davrandığı, dolayısıyla bilinçli taksirle hareket ettiği açıktır…” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.

Bu hükmün de sanık müdafii ve o yer C.Savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosya Yargıtay C.Başsavcılığı’nın “onama” istekli 28.01.2008 günlü tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığı’na gönderilmekle Ceza Genel Kurulu’nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.

5320 sayılı Yasa’nın 8. maddesi uyarınca yürürlükte olan 1412 sayılı CYUY’nin 318. maddesinde, Ceza Genel Kurulu’nda incelemenin duruşmalı yapılabileceğine ilişkin bir hüküm yer almadığından, sanık müdafiinin temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasına ilişkin isteminin reddine karar verildikten sonra dosya üzerinden yapılan incelemede:

Sanığın taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçundan 5237 sayılı TCY’nin 85/2, 22/3 ve 62. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına karar, verilen somut olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulu’nca çözümü gereken uyuşmazlık, bilinçli taksir halinin bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

Olayın oluş şekline ilişkin bir uyuşmazlık ve bu kabulde dosya içeriği itibariyle de herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

İnceleme konusu olayda;

Sanığın 19.09.2006 günü saat 06.00 sıralarında kullandığı halk otobüsü ile olayın meydana geldiği kendisine fasılalı kırmızı ışığın yanmakta olduğu kavşağa girdiği sırada, kendi yönüne fasılalı sarı ışık yanan ölen Mehmet’in kullandığı araca kavşak içerisinde çarparak bu aracın 33 metre sürüklenmesine ve araçta bulunan sürücü Mehmet ile yolcu Ufuk’un ölümüne sebebiyet verdiği, sanığın kullanmış olduğu halk otobüsünün çarpmanın etkisiyle duramayarak önce orta kaldırımı (refüj) aşıp karşı şeride geçtiği, sonrasında tekrar kendi şeridine dönerek çarpma noktasına 150 metre mesafede durabildiği, Ego Genel Müdürlüğü’nün 03.03.2006 günlü yazısından süresiz olarak toplu taşıma araçlarında çalışmama cezası almış bulunan sanığın kazadan sonra halk otobüsünü olay yerinde bırakarak kaçtığı, bir süre sonra kullandığı başka bir araç ile kaza yerine hızla gelip duramayarak olay yeri güvenliği için polis tarafından konulan plastik dubalara çarptığı ve bu nedenle görevli polislerle bir süre tartıştığı, bir süre sonra tekrar olay yerine yaklaştığı sırada kendisinin ölümlü trafik kazasının şüphelisi olduğunu yapılan telsiz anonsu ile anlayan polislerce durması yönünde kendisine yapılan ihtarlara karşın durmayarak aracıyla kaçtığı, takip edildiyse de süratli olması nedeniyle yakalanamadığı ve ancak saat 14.00 sıralarında kendiliğinden gelerek teslim olduğu, Adli Tıp Kurumu’ndan alınan 02.12.2006 tarihli üç kişilik bilirkişi heyeti raporunda; sanığın meydana gelen olayda dikkatsiz, tedbirsiz ve kurallara aykırı hareketleri ile tamamen kusurlu olduğu, diğer sürücü ölen Mehmet’in ise herhangi bir hatalı davranışının ve mevcut koşullarda alabileceği bir önlemin bulunmadığından kusursuz olduğunun tespit edildiği anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlığın sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi bakımından taksir ve bilinçli taksir kavramlarının incelenerek karşılaştırılması gerekir.

5237 sayılı TCY’nin 22/2. maddesinde ^dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde tanımlanan taksir, görüldüğü gibi istisnai bir kusurluluk şeklidir. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için birtakım önlemler alması ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama zorunluluğundan doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir, fail tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkan ve ödevinin varlığına rağmen, sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 01.02.2005 gün ve 213-3; 23.03.2004 gün ve 12-68; 09.10.2001 gün ve 181-204; 21.10.1997 gün ve 99-202 sayılı kararları başta olmak üzere, birçok kararında da vurgulandığı üzere, öğretide ve uygulamada taksirin unsurları;

1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,

2- Hareketin iradiliği,

3- Neticenin iradi olmaması,

4-Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması,

5- Neticenin öngörülebilir olması, şeklinde kabul edilmektedir.

Bilinçli taksir ise, 5237 sayılı TCY’nin 22/3. maddesinde, “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” olarak tanımlanmıştır. Görüldüğü gibi taksir ile bilinçli taksir arasındaki yegane fark; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir halinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.

Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlike hali, bunu öngörmemiş olan kimsenin tehlike hali ile bir tutulamaz; neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun, bu neticeyi meydana getirecek harekette bulunmamakla özellikle görevlidir.

Öte yandan, 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasası’nın 47/B maddesinde sürücülerin trafik ışıklarına uymak zorunda olduğu, 52/A maddesinde kavşaklara yaklaşırken hızlarını azaltmalarının gerektiği, 57/A maddesinde ise kavşaktaki koşullara uyacak şekilde yavaşlamak, dikkatli olmak ve geçiş hakkı olan araçların geçmesine imkan vermek zorunda oldukları hükme bağlanmakta, Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin 95/B, 101/A ve 109/A maddelerinde de bunlara paralel düzenlemeler yer almaktadır. 19.06.1985 gün ve 18789 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Trafik İşaretleri Hakkında Yönetmeliğin 9. maddesinde fasılalı olarak vanıp sönen sarı ışık, “ikaz anlamında olup, bu yerin yavaş ve dikkatli geçilmesini bildirir, (yolver işaret levhası gibi)” şeklinde, fasılalı olarak yanıp sönen kırmızı ışık ise, “dur işareti levhası anlamında olup, gidilecek yolun açık olduğu görüldükten sonra yeniden hareket edilmesini bildirir” biçiminde tanımlanmıştır.

Bu açıklamalar ışığında somut olayı incelediğimizde;

Ego Genel Müdürlüğü tarafından verilen süresiz olarak toplu taşıma araçlarında çalışmama cezası bulunan sanığın kullanmakta olduğu halk otobüsü ile olayın olduğu kavşağa yaklaşırken 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasası’nın 52/A ve 57/A maddeleri uyarınca hızını azaltması ve dikkatli olmak suretiyle geçiş hakkı olan araçların geçmesine imkan vermesi gerekirken, süratli bir şekilde kavşağa yaklaşması, Trafik İşaretleri Hakkında Yönetmeliğin 9. maddesine göre dur işareti anlamına gelen ve ancak gidilecek yolun açık olduğunu gördükten sonra hareket edilmesi gerektiğini belirten fasılalı kırmızı ışığın kendisine yanıyor olmasına karşın, anılan Yasa’nın 47/B maddesine aykırı olarak durmak bir yana, hızını dahi azaltmadan kavşağa girmesi, kavşağın ortasındaki ikinci fasılalı kırmızı ışığı da geçtikten sonra kendisine fasılalı sarı ışık yanması nedeniyle kavşağa giren ölen Mehmet’in kullandığı araca fren yapma fırsatı bile bulamadan yandan çarpması hususları bir bütün olarak gözönüne alındığında, sanığın meydana gelen neticeyi 5237 sayılı TCY’nin 22/3. maddesi kapsamında öngördüğünün, ancak istemediğinin, dolayısıyla da olayda bilinçli taksir halinin bulunduğunun kabulü gerekir. Bu nedenle, yerel mahkemenin direnme kararı isabetli olduğundan, onanmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kısım Kurul Üyesi; “olayda bilinçli taksirin koşullarının bulunmadığı” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle,

1-         Yerel mahkeme direnme hükmünün (ONANMASINA),

2-         Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına

TEVDİİNE, 25.03.2008 günü yapılan müzakerede oyçokluğu ile tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak karar verildi.