3 Eylül

Tapu tahsis belgeli taşınmazın değerinin, davalı idareden tahsili istemiyle açılan davada görev idare yargıdadır-Uyuşmazlık mahkemesi karar

Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:

 

ESAS   NO           : 2009/87                   

KARAR NO         : 2010/7

KARAR TR         : 01.02.2010

(Hukuk Bölümü)

 

Ö Z E T  : 2981 sayılı Yasa uyarınca kendilerine tapu tahsis belgesi verilen davacılar tarafından, müracaatlarına rağmen tapusu verilmeyen taşınmazın değerinin, davalı idareden tahsili istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

 

K  A  R  A  R

 

Davacı  : S. Y.,  H. Y.

Vekili     : Av. M. E. A.

Davalı   : Yenimahalle Belediye Başkanlığı

Vekili     : Av. T. A.

 

O L A Y: Davacıların,  tapuda Yenimahalle Belediyesine ait, Yenimahalle ilçesi, Macun Köyü,  3890 ada, 1 parseldeki mevcut temel’den dolayı 2981 sayılı Yasaya göre imar affı başvurusunda bulunmaları ve anılan Kanunun  9. maddesine göre 1.990.000.- lira arsa bedelini 4 yılda 12 taksit halinde ödemeyi taahhüt etmeleri üzerine;davalı idarece kendilerine 13.8.1987 tarihli tapu tahsis belgesi verilmiştir.

Davaya konu  parsel, 84220 no’lu Demetevler 2.Etap parselasyon planında park ve otopark alanı olarak ayrılmıştır.

Davacılar, 6.11.2006 tarihinde tapu verilmesi istemiyle başvuru yapmalarına karşılık, davalı idarece;  2981 sayılı Kanunun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 19/H maddesine göre alınması gereken inşaat ruhsatının alınmaması ve inşaatın tamamlanmaması nedeniyle kendilerine tapu verilmemiştir.

Davacılar vekili; söz konusu taşınmazın 315 m²’lik bölümünün, dayalı idarece müvekkiline tahsis edilmiş ve arsa bedelinin ödenmiş olduğunu; ancak davalı idarenin taşınmazı müvekkillerine vermediği gibi arsanın değerine eş bir bedeli de ödemeye yanaşmadığını;  taşınmazın çok kıymetli bir konumda olduğunu, arsa niteliğinde bulunduğunu;  değerinin 1000,00 YTL/m², toplam değerinin 315.000,00 YTL olduğunu ifade ederek;  taşınmazın değeri olan 315.000,00 YTL’nin fazlaya ilişkin, ek dava ve ıslah hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000,00 YTL’sinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile taraflarına ödenmesi istemiyle 14.4.2008 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.

Davalı belediye vekilince, birinci savunma dilekçesinde, davada idari yargının görevli olduğu ileri sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.

ANKARA 7. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 08.10.2008 gün ve E: 2008/147 sayı ile, davalı vekilinin yargı yolu itirazını;  davada davacılara imar affı kapsamında bedeli ödenmek kaydı ile verilmesi vaat edilen yerle ilgili olarak ödenen bedelin günceleşmiş karşılığının vaad edilen yerle ilgili olarak istendiği anlaşılmakla bu tip davaların da Adli Yargının görevinde bulunduğu gerekçesiyle reddetmiştir.

Davalı vekilinin, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki 10.10.2008 günlü dilekçesi üzerine, dava dosyası Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.

DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 20.01.2009 gün ve E: 2008/74 sayı ile, 2981 sayılı Kanunun 8.maddesinde, imar mevzuatına aykırı yapılarla gecekondular için tespit işlemleri yapılacağı, bu tespit kapsamına, temel inşaatı tamamlanmış veya sömel betonları dökülmüş olmak kaydı ile Hazine, belediye, il özel idarelerine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare etmekte olduğu arsa ve arazilerdeki inşaatına Kanunun 14 üncü maddesinin (f) fıkrasındaki tarihlerden önce başlanmış mesken, kısmen işyeri ve konut olarak kullanılan veya evvelce konut olarak kullanılıp sonra işyerine çevrilen gecekondular ile imar mevzuatına, ruhsat ve eklerine aykırı tüm yapıların dahil olduğu, 9.maddesinin (b) fıkrasında, arsa bedelinin ilgili kuruluşa peşin veya en geç 4 yıl içinde oniki eşit taksitle, bu Kanun hükümlerince çıkarılacak Yönetmelikte belirtilen esaslara göre ödeneceği; 10. maddesinin (a) fıkrasında, Tapu tahsis belgesinin, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil edeceği, 15. maddesinin 2.fıkrasında, temel inşaatı tamamlanmış veya sömel betonları dökülmüş gecekonduların kendi katı içinde tamamlanması için “ruhsat” ve bitimini tevsikan “kullanma izin belgesi” düzenleneceği, hükümlerine yer verilmiş olduğu; öte yandan, 2981 sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliğinin 19/H maddesinde de, 2981 sayılı Kanunun yukarıda sözü edilen 15/2 maddesine paralel hüküm yer aldığı;  dosyanın incelenmesinden, davacıların, Yenimahalle ilçesi, Macun Köyü, 3890 ada, 1 parseldeki mevcut temel’den dolayı 2981 sayılı Yasaya göre yaptıkları başvuru üzerine davalı idarece 13.8.1987 tarihli tapu tahsis belgesi düzenlendiği, 1.990.000.- lira arsa bedelini 4 yılda 12 taksit halinde ödedikleri, anılan parselin 84220 no’lu Demetevler 2.Etap parselasyon planında park ve otopark alanı olarak ayrıldığı, davacıların 6.11.2006 tarihinde tapu verilmesi istemiyle davalı idareye başvurdukları, 2981 sayılı Kanunun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 19/H maddesine göre alınması gereken inşaat ruhsatının alınmaması ve inşaatın tamamlanmaması nedeniyle tapu verilmediği, bakılan davanın da tapusu verilmeyen 315 M2 taşınmazın değerinin 315.000.00 YTL olduğundan bahisle şimdilik 10.000.00 YTL’sinin yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açıldığının anlaşıldığı; uyuşmazlığın, üzerinde temel inşaatı bulunması nedeniyle davacılara tapu tahsis belgesi verilen ve söz konusu temel üzerine 2981 sayılı Yasa ve buna ilişkin Uygulama Yönetmeliği hükümlerine göre inşaat ruhsatı alınarak inşaat (konut) yapılmaması nedeniyle tapusu verilmeyen 315 M2 lik taşınmazın parselasyon planında park ve otopark alanında kalması nedeniyle rayiç değerinin ödenmesi gerektiği iddiasına, diğer bir ifade ile idarece kamu gücü kullanılarak 2981 sayılı Yasa gereğince tek yanlı tesis edilen idari nitelikteki parselasyon uygulama işlemlerinden doğan zararın tazmini istemine ilişkin bulunmakta olduğu;  adli yargıda açılan davanın bu niteliği itibariyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2.maddesinin 1/b bendinde yer alan “idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları” kategorisine girdiğinin açık olduğu;  bu durumda,2981 sayılı Yasa uyarınca tesis edilen idari işlemler sonucunda tapusu verilmeyen taşınmazın rayiç değerinin ödenmemesinden doğan zararın tazminine yönelik davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği gerekçesiyle 2247 sayılı Yasanın 10. maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, karar vermiştir.

Başkanlıkça 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; 30.04.2009 gün ve 2009/89981 sayı ile, Anayasa’nın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayılmış bulunduğu;  davanın, davacının tapu tahsis belgesi olan ve bedelini idareye ödediği arsasının Demetevler 2. Etap parselasyon planında park ve otopark alanı olarak ayrılması sonucu tapusu verilmeyen 315 m2 olan taşınmazın değerinin 315.000.00TL olduğundan bahisle şimdilik 10.00.00 TL’sinin faizi ile birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açıldığı;  davalı idarenin, temel niteliğindeki bir yapıya tapu verilmesi için 2981 sayılı Yasa’nın Uygulama Yönetmeliğinin 19/h maddesi gereğince, müracaatı yapılan temel için inşaat ruhsatı alınması ve inşaatın tamamlanması gerektiği, temel halinde bırakılan arsalarda tapu verilmesinin, dar gelirli vatandaşlar için konut edinmeyi sağlamak amacını taşıyan 2981 sayılı Yasa’nın amacına aykırı olduğunu, dolayısıyla davacılara tapu verilmemesi işleminin hukuka uygun olduğunu ileri sürerek davanın bu yönden reddi gerektiğini iddia etmiş olduğu; 2981 sayılı Yasa’nın 10/a maddesinde “Bu Kanun hükümlerine göre hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde. gecekondu sahiplerince yapılmış yapılar, 12 nci madde hükümlerine göre tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yer hak sahibine tahsis edilir ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine “tapu tahsis belgesi” verilir. Tapu tahsis belgesi, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil eder” hükmünün yer aldığı; bu itibarla, 2981 sayılı Yasa gereğince tesis edilen idari nitelikteki uygulama işlemleri neticesinde uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı Kanun’un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği; açıklanan nedenle Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/147 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesinin gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Nüket YOKLAMACIOĞLU, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 01.02.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, davalı vekilinin anılan Yasanın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine, Danıştay Başsavcısı’nca 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığından ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev  uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, 2981 sayılı Yasa uyarınca  imar affı başvurusunda bulunulması üzerine kendilerine tapu tahsis belgesi verilen davacılar tarafından, davalı belediyeye müracaatlarına rağmen tapunun verilmediği belirtilerek,  tapusu verilmeyen taşınmazın 315.000.00 YTL değerinin fazlaya ilişkin dava ve ıslah hakkı saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000.00 YTL’sinin yasal faiziyle birlikte davalı idareden tahsili istemiyle açılmıştır.

2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun  Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun, imar ve gecekondu mevzuatına aykırı olarak inşa edilmiş ve inşa halindeki bütün yapılar hakkında uygulanacak işlemleri düzenlemek ve bu işlemlere dair müracaat, tespit, değerlendirme, uygulama ve duyuru esaslarını ve ilgili diğer hususları belirlemek amacını taşımakta olup, valilik veya belediyelerce yetki ve sorumluluk alanlarında ıslah imar düzenlemeleri yapılmak suretiyle, yeniden gecekondu yapılmasının önlenmesi için temin edilecek arsaların ve muhafazası mümkün görülen gecekonduların Yasa’da öngörülen usul ve esaslara göre hak sahipliği belirlenen kişilere verilmesine olanak sağlamıştır.

Nitekim, anılan Yasa’nın 8.maddesinde, imar mevzuatına aykırı yapılarla gecekondular için tespit işlemleri yapılacağı, bu tespit kapsamına, temel inşaatı tamamlanmış veya sömel betonları dökülmüş olmak kaydı ile Hazine, belediye, il özel idarelerine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare etmekte olduğu arsa ve arazilerdeki inşaatına Kanunun 14 üncü maddesinin (f) fıkrasındaki tarihlerden önce başlanmış mesken, kısmen işyeri ve konut olarak kullanılan veya evvelce konut olarak kullanılıp sonra işyerine çevrilen gecekondular ile imar mevzuatına, ruhsat ve eklerine aykırı tüm yapıların dahil olduğu; 9.maddesinin (b) fıkrasında, arsa bedelinin ilgili kuruluşa peşin veya engeç 4 yıl içinde oniki eşit taksitle, bu Kanun hükümlerince çıkarılacak Yönetmelikte belirtilen esaslara göre ödeneceği; 10. maddesinin (a) fıkrasında, Tapu tahsis belgesinin,ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil edeceği; 15. maddesinin 2.fıkrasında, temel inşaatı tamamlanmış veya sömel betonları dökülmüş gecekonduların kendi katı içinde tamamlanması için “ruhsat” ve bitimini tevsikan da “kullanma izin belgesi” düzenleneceği, hükümlerine yer verilmiş; 2981 sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliğinin 19/H maddesinde de, 2981 sayılı Kanunun yukarıda sözü edilen 15/2 maddesine paralel  biçimde; “Temel inşaatı tamamlanmış veya sömel betonları atılmış durumdaki gecekondular ile imar mevzuatına aykırı yapıların, kendi katı içinde tamamlanması için, harçların ödenmesinden sonra, inşaat ruhsatı düzenlenir. Ruhsata uygun olarak bina tamamlandığında yapı kullanma izni verilir. / Kat kolonlarının yarısından fazlası dökülmüş olan imar mevzuatına aykırı yapıların bu katının tamamlanması için de bu hüküm uygulanır.” denilmiştir.

Anılan Mevzuat uyarınca yapılan tespit ve değerlendirme sonucunda, öngörülen koşullara uygunluğu saptanan ilgililere arsa veya hisse tahsis etmek ve bunlar adına tapuya tescil ettirmek, koşulları taşımayanların istemlerini ise reddetmek yetkisine sahip olan idarenin söz konusu uygulama işlemleri, kamu gücüne dayalı, re’sen ve tek yanlı nitelik taşımaktadır.

Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin  kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b. maddesinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.

Olayda uyuşmazlığın; üzerinde temel inşaatı bulunması nedeniyle davacılara tapu tahsis belgesi verilen ve söz konusu temel üzerine 2981 sayılı Yasa ve buna ilişkin Uygulama Yönetmeliği hükümlerine göre inşaat ruhsatı alınarak inşaat (konut) yapılmaması nedeniyle tapusu verilmeyen 315 M2 lik taşınmazın parselasyon planında park ve otopark alanında kalması nedeniyle rayiç değerinin ödenmesi gerektiği iddiasına dayandığı  ve bu işlemler nedeniyle uğranılan zararın idarece giderilmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır.

Belirtilen durum karşısında, 2981 sayılı Yasa uyarınca tesis edilen işlemler sonucunda tapusu verilmeyen taşınmazın rayiç değerinin ödenmemesi nedeniyle, idarenin tazmin sorumluluğunun bulunup bulunmadığının idare hukuku ilkelerine göre saptanması gerekeceğinden; 2981 sayılı Yasa’da öngörülen  düzenlemeler ile buna dayalı imar uygulamasından doğan zararın giderilmesi istemine ilişkin bulunan davanın görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığınca yapılan başvurunun kabulü ile Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davalı idarenin görev itirazının reddi yolunda verilen kararın kaldırılması gerekmiştir.

 

SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcılığınca yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce, davalı idarenin görev itirazının reddi yolunda verilen 08.10.2008 gün ve E:2008/147 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 01.02.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

 

3 Eylül

Rölöve ve Restitüsyon projeleri

 Rölöve, bir yapının, kent dokusunun veya arkeolojik kalıntının yakından incelenmesi,  o anda, olduğu gibi çeşitli bilimsel araçlar ve yöntemler kullanılarak belgelenmesi, mimarlık tarihi açısından değerlendirilmesi ve restorasyon projeleri hazırlanabilmesi için binanın iç ve dış mimarisine, özgün dekorasyonuna ve taşıyıcı sistemi ile yapı malzemelerine ait mevcut durumunun ölçekli çizimlerle anlatımıdır.

Sonradan değişikliğe uğramış, kısmen yıkılmış ya da yok olmuş öğelerin, yapıların veya yerleşmelerin, ilk tasarımlarındaki ya da belirli bir tarihteki durumlarının, arşiv kayıtlarından, yapı üzerindeki izlerden, yapıya, yerleşmeye ait çizim fotoğraf gibi belgelerden yararlanılarak plan, kesit, görünüş ve üç boyutlu  çizimlerle ya da maketle anlatımına de “restitüsyon” denir.

Peki rölöve ve restitüsyon projeleri fikir ve sanat eserleri  kanunu ve ilgili mevzuat anlamında eser kapsamında mıdır ?

Bir yapının rölövesinin çizilmesi, bir yapının halihazır durumunun basit teknik bir çizim gibi kağıda veya bilgisayara aktarılması olarak düşünülemez. Zira, her mimarın kendine has, özgün bir üslubu (hususiyeti), anlatım tekniği ve özelliği vardır. (FSEK’e göre sübjektif şart). Örneğin Selimiye Camisinin mimarı herkesçe bilindiği üzere Mimar Sinan’dır. Ancak bu caminin fotoğrafını çeken veya resmini yapan her kişi , çektiği fotoğraf ve çizdiği resim açısından onun eser sahibidir. Hiç kimse o fotoğrafı veya resmi ondan izinsiz kullanamaz. Zira fotoğraf çekmek ve resim çizmek ayrı bir tekniktir. Çekimde bakış açısı, ışığın ve gölgelerin yansıması vs. bir çok kriter dikkate alınmaktadır. Bu açıdan basit gibi görünen fotoğraf dahi (FSEK’e) göre eser vasfındadır. Örneğin ünlü fotoğrafçımız Ara Güler’in fotoğraflarını eser saymamak mümkün müdür ?

Bu bağlamda yürürlükteki yasal mevzuatımızda rölöve eser olarak kabul edilmektedir. Bundan dolayı müellifi belli olan yapılar için o müellif, bilinmeyenler için de ilk alenileştiren mimarın çi­zimleri eser mahiyeti taşır ve telif hakları kapsamında koruma altındadır. Örneğin mimarlık tarihinde çok önemli yer tutan Mimar Sedat Çetintaş ve Ali Saim Ülgen’in Rölöveleri eser olarak kabul edilmiştir.Yine Sait Halim Paşa Yalısı,Selimiye Camisi gibi eserlerin de Rölöve ve Restitüsyon çalışmalarını yürüten konunun uzmanlarından Mimar Acar Avunduk’un Rölöve ve Restitüsyon çalışmalarını eser saymamak mümkün müdür?

Bir tarihi eserin rölövesini ayrı ayrı çıkarmak / hazırlamak tabii ki her mimarın hakkıdır. Oysa bir mimarın uzun süren bir emek ve bilgi birikimi ile ortaya koyduğu , kendine ait özellikler (hususiyeti) taşıyan rölöve ve restitüsyon projesi bir eserdir ve müellifinden izinsiz kullanılamaz.

Öte yandan Yargıtay kararlarına göre zaten rölöve FSEK madde 5 anlamında eser, “işleme eser” niteliğindedir. Telif hakkı kazandırır. Uygulamada bu yöndedir. Yargıtay bir kararında; kültür ta­şınmaz varlığına yeni malik olan kişinin, eski malikin davacı mimara çizdirdiği rölöveleri, yeni bir mimara restorasyon proje çizdirtmesinden dolayı, hak sahibi olduğu rölövelerin ücretini isteyen mimarı haklı bulun­muştur. Böylece bu çizimler bir eser, mimar da müel­lif olarak kabul edilmiştir. Görüldüğü üzere rölövenin eser niteliği Yargıtay’ca tartışma konusu değildir. (1)

Yine uygulamada Mimarlar Odasının konuya ilişkin yayımladığı şartnameye göre de: 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca rölöve, restitüsyon ve restorasyon hizmetlerinin “işleme eser”olarak nitelendirildiği, korunması gerekli kültür varlığı olarak tescilli taşınmaz eserlerin rölöve ve restitüsyon çalışmaları, güzel sanatlar ese­rinin, ilim ve edebiyat eseri olarak değerlendirilmesi gerektiği, rölöve, restitüsyon ve restorasyon projesini hazırlayacak kişi, ya bu mimarlık eserine yönelik rölöve, restitüsyon, restorasyon projelerini yeniden hazırlamak ya da daha önce başka bir müellif tarafından hazırlanan çalışmaları kullanacaksa, aleni­leştiren müellifin iznini almak zorundadır.” (m. 16/8)

T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı Koruma Bölge Müdürlükleri nezdindede yıllardır rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri eser kapsamında değerlendirilmektedir.

Hatta onay almak için koruma kuruluna su­nulmuş bir rölövenin, tasdik edilmese bile bir eser sı­fatı taşıması mümkündür. Kurulun onayı, hangi rölöve­nin önce çizildiğinin ispatı anlamında önemlidir; yoksa bir tescil durumu değildir. (2)

Bütün bu bilgilerin ışığında Rölöve ve Restitüsyon projelerinin eser niteliğinin tartışma konusu olmadığını söylemek doğru bir tespit olacaktır.

 

Av.Muhammet Özer

 

(1)Yargıtay 11 Hukuk Dairesinin  E. 2005/4423 – K. 2006/4100 ve yine Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin  E. 2002/110981 ve K. 2003/3385 kararları .

(2) “Bir telif hakkı olarak: Rölöve; B.Altıparmak ve C.Altıparmak.

 

2 Eylül

Düğünde takılan takılar kime aittir ?

T.C.
YARGITAY
4. HUKUK DAİRESİ
E. 2002/10498
K. 2003/770
T. 27.1.2003
4721/m.174
743/m.143
• BOŞANMA ( İktidarsızlık Nedeniyle – Davalının Kızlığının Bozulmadığı Belirtilerek Takılan Ziynetlerin İadesi İstenemeyeceği )
• EVLENME SIRASINDA KADINA VERİLEN HEDİYELER ( Boşanma Halinde Geri Verme Yükümlülüğü Bulunmadığı )
• ZİYNET EŞYALARI ( Evlenme Sırasında Kadına Hediye Edilen – Boşanma Halinde Geri Verme Yükümlülüğü Bulunmadığı )
ÖZET : Evlenme sırasında kadına hediye edilen ziynet eşyaları kadına aittir. Boşanma halinde geri verme yükümlülüğü yoktur.

DAVA : Davacı B.G. ve M.G. tarafından, davalı F.G. aleyhine 8.6.2001 gününde verilen dilekçe ile altın eşyaların aynen iadesi olmazsa değerinin tahsilinin istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kabulüne dair verilen 10.4.2002 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:

KARAR : Davacı M.G. davalı F.G. ile resmen evlendiklerini, evlenirken davalıya düğün hediyesi olarak ziynet eşyası taktıklarını, bir süre sonra davalının iktidarsızlık nedenine dayalı olarak boşanma davası açtığını, dava sonunda boşandıklarını ve davalının kızlığının bozulmadığını belirterek takılan ziynetlerin iadesini istemiştir. Mahkemece dava kabul edilmiştir.

Evlenme sırasında kadına armağan edilen ziynet eşyaları kadına aittir. Boşanma halinde geri verme yükümlülüğü yoktur. Mahkemenin davayı kabul gerekçesi olaya ve içtihatlara uygun değildir. Şu durumda, eşyaların geri alınması için bir neden olmadığına göre davanın reddi gerekirken yazılı şekilde kabul edilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 27.1.2003 gününde oybirliğiyle karar verildi.

 

T.C.

YARGITAY

2. HUKUK DAİRESİ

E. 1995/10121

K. 1995/11061

T. 26.10.1995

• KOCAYA TAKILAN ZİYNETLERİN MÜLKİYETİ

• MÜLKİYET KARİNESİ

• ÖRF VE ADET GEREĞİNCE HÜKÜM ( Kocaya takılan ziynetler )

• HUKUKİ HAMİL

• HUKUKİ ZİLYET

743/m.1,898

ÖZET: Tarafların oturdukları bölgede,düğünde kim tarafından takılmış olursa olun, takılan ziynet eşyalarının geline ait olduğunu kabule elverişli, istisnasız herkes tarafından uyulan, istikrar kazanmış, örf ve adet varsa, kadını hukuki hamil kabul etmek gerekir.
Eksik tahkikatla, kocanın üzerine takılan eşyanın kocaya ait kabulü ile kadından istirdadına karar vermek isabetsizdir.
DAVA VE KARAR : Yukarıda tarihi, numarası, konusu ve tarafları gösterilen hükmün: Dairenin 25.5.1995 gün ve 5220/6296 sayılı ilamiyle onanmasına karar verilmişti. Adı geçen Dairemiz kararının düzeltilmesi istenilmekle, evrak okundu, gereği görüşülüp düşünüldü.
YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ KARARI:
Taraflar karı kocadır. Davacı bir kısım eşyasının davalıda kaldığını iddia etmiştir. Davalı da karşı dava dilekçesinde düğünde takılan bazı ziynet eşyasının kendisine takıldığını, karısında kaldığını ileri sürüp istirdadını istemişlerdir.
İhtilaf düğünde takılan bazı ziynet eşyasının taraflardan hangisine ait olduğu noktasında düğümlenmektedir.
“Menkul bir şeyin zilyeti onun maliki addolunur” ( M.K. 898 ). Taraflar bu karinenin aksini her türlü delil ile ispatlayabilirler.
Mahkeme söz konusu ziynet eşyasının kocaya takıldığını belirleyip isteği kabul etmiş, ancak yargılama sırasında kadın örf ve adet gereği tüm ziynet eşyasının kim tarafından hediye edilirse edilsin geline ait olacağını savunmuştur.
Medeni Kanunun 1. maddesi gereği Hakim Kanunda hüküm bulunmayan hallerde örf ve adet gereğince karar verme yetkisıne sahiptir. Taraflar zilyetlik karinesinin aksint her türlü delil ile ıspatlıyabileceklerine göre.burada örf ve adetin tesbiti önem taşımaktadır. Tarafların oturdukları bölgede, düğünde kim tarafından hediye edilmiş olursa olsun, takılan ziynet eşyasının geline ait olduğunu kabule elverişli istisnasız herkes tarafından uyulan, istikrar kazanmış örf ve adet varsa, kadını hukuki hamil kabul etmek gerekir. Bu yön gözetilmeden örf ve adet araştırılmadan, eksik tahkikatle düğün sırasında kocanın üzerine takılan eşyanın kocaya ait kabulü ile kadından istirdada karar verilmesi doğru değildir.
Bu ıtibarla hükmün bozulması gerekirken temyiz incelenıesi sırasında bu yön gözden kaçmış ve hüküm onanmış olmakla onama kararına kaldırılması ve hükmün bozulması uygun düşmüştür.

SONUÇ : Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 440 ve 442 maddeleri gereğince karar düzeltme isteğinin kabulüne onama kararının kaldırılmasına ve hükmün gösterilen sebeple ( BOZULMASINA ) oyçokluğuyla karar verildi.

MUHALEFET ŞERHİ: 
Temyiz ilamında yer alan açıklamalara göre Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 440. maddesinde sayılan sebeplerden hiçbirisine uygun olmayan karar düzeltme isteği yersizdir. Bu itibarla sayın çoğunluğun bozma görüşlerine katılmıyorum.
Üye
Ferman Kıbrıscıklı
Üye
Özcan Aksoy

Kaynak: Kazancı İçtihat Bilgi Bankası

 

T.C. YARGITAY
4.Hukuk Dairesi
E:2004/6794
K:2005/157
T:24.01.2005
• DÜĞÜNDE TAKILAN ALTIN VE PARA
• ZİYNET EŞYALARININ AYNEN VEYA BEDELİNİN İADESİ DAVASI
• EVİN İHTİYAÇLARININ KARŞILANMASI
• ZİYNETLERİN EVİN İHTİYACINDA KULLANILMASI
ÖZET : Davacıya düğünde takılan altın ile para bağış niteliğindedir ve davacının mülkiyetine geçmiştir. Medeni Kanun hükümlerine göre evin ihtiyacını karşılamak kocanın yükümlülüğü altındadır. Bunun içindir ki davalının altınları ailenin gereksinmeleri için harcanmış olması, bunları aynen veya bedelini ödeme yükümlüğünden kurtarmaz. Bu nedenle de davalı tarafından harcanmış para ve altın miktarı, dosyadaki tanık beyanları ve diğer deliller doğrultusunda belirlenerek davacıya verilmesi gerekir.
(743 s. Kanun m. 152)
Davacı Ayşegül Akay vekili Avukat Ertuğrul Katırcı tarafından, davalı Numan Akay aleyhine 5.07.2002 gününde verilen dilekçe ile davalı eşte kalan ev ve ziynet eşyaları ile paraların istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 19.01.2004 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
2- Davacının ziynet eşyalarına yönelik temyiz itirazına gelince; dava resmi evliler arasındaki ev ve ziynet eşyasının aynen iadesi veya bedellerinin ödettirilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istem kısmen kabul edilmiş karar davacı yanca temyiz edilmiştir.
Dosyadaki kanıtlara ve taraf tanıklarının beyanlarına göre, davacının evlendiği tarihte davacıya düğün hediyesi olarak takılan para ve bir miktar küçük altının, evlilik sırasında davalı tarafından bozdurulup gereksinimlerine harcandığı anlaşılmaktadır.
Davacıya düğünde takılan altın ile para bağış niteliğindedir ve davacının mülkiyetine geçmiştir. Medeni Kanun hükümlerine göre evin ihtiyacını karşılamak kocanın yükümlülüğü altındadır. Bunun içindir ki davalının altınları ailenin gereksinmeleri için harcanmış olması, bunları aynen veya bedelini ödeme yükümlüğünden kurtarmaz. Bu nedenle de davalı tarafından harcanmış para ve altın miktarı, dosyadaki tanık beyanları ve diğer deliller doğrultusunda belirlenerek davacıya verilmesi gerekirken istemin bu bölümünün tümden reddedilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda ( 2 ) nolu bentte gösterilen nedenlerle BOZULMASINA, diğer temyiz itirazlarının ise ( 1 ) sayılı bentte gösterilen nedenlerle reddine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 24.01.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.

 

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2004/13-73
K. 2004/29
T. 28.1.2004

• İSTİRDAT DAVASI ( Çeyiz Senedindeki Ziynet Eşyalarının İadesi – Evlilik Birliğinin Borçlarına Harcandığı/Davalı İade Edilmemek Üzere Verildiğini Kanıtlamadıkça İade ve Tazmin İle Mükellef Olduğu )

• ÇEYİZ SENEDİNDEKİ ZİYNET EŞYALARI ( İstirdat Davası – Evlilik Birliğinin Borçlarına Harcandığı/Davalı İade Edilmemek Üzere Verildiğini Kanıtlamadıkça İade ve Tazmin İle Mükellef Olduğu )

• ZİYNET EŞYALARI ( Çeyiz Senedindeki/İstirdat Davası – Evlilik Birliğinin Borçlarına Harcandığı/Davalı İade Edilmemek Üzere Verildiğini Kanıtlamadıkça İade ve Tazmin İle Mükellef Olduğu )

• İSPAT YÜKÜ ( Davalının Çeyiz Senedindeki Ziynet Eşyalarının İade Edilmemek Üzere Verildiğini Kanıtlaması Gereği – Aksi Halde İade ve Tazmin İle Mükellef Olduğu )

• TAZMİN MÜKELLEFİYETİ ( Davalının Çeyiz Senedindeki Ziynet Eşyalarının İade Edilmemek Üzere Verildiğini Kanıtlaması Gereği – Aksi Halde İade ve Tazmin İle Mükellef Olduğu )

4721/m.185, 186, 188

ÖZET : Taraflar ve tanıklarca imzalanan çeyiz senedindeki davacıya ait ziynet eşyalarının davalıya teslim edildiği, davacı tarafından evden ayrılırken götürülmediği, aksine bozdurularak davalı adına araba alındığı onun da satılarak evlilik birliğinin borçlarına harcandığı konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Çeyiz senedindeki ziynet eşyalarının iadesi istemine ilişkin davada, sözleşme hukuku kurallarına göre davalı, iade edilmemek üzere söz konusu ziynet eşyalarının kendisine verildiğini kanıtlamadıkça iade ve tazmin ile mükelleftir.

KARAR : Dava istirdat istemine ilişkindir.

Davacı kadın 19.7.2002 tarihli dava dilekçesinde, aralarında boşanma davası devam eden davalı ile ayrı yaşadıklarını, çeyiz senedindeki eşyaların kendine iade edilmediğini beyanla, aynen iadesini, olmadığı takdirde dava tarihindeki değerinin faizi ile ödenmesini talep etmiştir.

Davalı, çeyiz senedindeki ziynet eşyaları dışındaki eşyaların iade edildiğini, ziynet eşyalarının ise davacı tarafından kendisine bağışlandığını paraya çevrilerek araba satın alındığını, daha sonra arabanın da satılarak evlilik birliğinin borçlarının ödendiğini beyanla davanın reddini istemiştir.

Mahkemenin davanın reddine dair verdiği karar, yukarıda belirtilen nedenlerle Özel Dairece bozulmuştur.

Mahkemece, davanın açıldığı tarihte yürürlükte olan 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 185/2, 186/son ve 188/1 maddeleri karşısında, evin infak ve iaşesinin sadece kocaya ait olduğu yönündeki bozma gerekçesinin kabul edilemeyeceği, Türk Medeni Kanunu’nda eşlerin birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve mal varlıkları ile katılacaklarının belirtildiği, çeyiz senedindeki ziynet eşyalarının paraya çevrilerek araba alındığı ve daha sonra arabanın da satılarak birliğin borçlarının ödendiği, davalının elinde kalmadığı” gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.

Taraflar ve tanıklarca imzalanan 20.6.1999 tarihli çeyiz senedindeki davacıya ait ziynet eşyalarının davalıya teslim edildiği, davacı tarafından evden ayrılırken götürülmediği, aksine bozdurularak davalı adına araba alındığı onun da satılarak evlilik birliğinin borçlarına harcandığı konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Dava, çeyiz senedindeki ziynet eşyalarının iadesi istemine ilişkin olup, sözleşme hukuku kurallarına göre davalı, iade edilmemek üzere söz konusu ziynet eşyalarının kendisine verildiğini kanıtlamadıkça iade ve tazmin ile mükelleftir.

Somut olayda davalı, ziynet eşyalarının kendisine bağışlandığını iddia etmiş ise de, bunların bağışlandığı harcamaların davacının isteği ve onayı ile yapıldığı kanıtlanamadığından davalının aynen iade veya tazminle sorumlu tutulmasına karar verilmesi gerekirken davanın reddi isabetsizdir.
O halde, yukarıda belirtilen bu nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile,direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının iadesine, 28.1.2004 gününde oybirliği ile karar verildi.

2 Eylül

Düğün sırasında takılan ziynet eşyaları kime aittir ?

Düğün sırasında takılan ziynet eşyaları kime aittir ?

Evlilik, iki kişinin aile kurmak üzere kanunların uygun gördüğü şekilde,ruhen ve bedenen ömür boyu sürecek şekilde bir araya gelmesidir. Ancak güzel başlayan her evlilik, başlarda umulduğu gibi iyi devam etmeyebiliyor. Zaman içinde, tarafların artık birbirlerine sevgi ve saygısının kalmadığı, taraflardan birinin evlilik birliğinin veya toplumun kendisine yüklediği görevleri yerine getiremediği durumlarda yada evlilik birliğinin devamında taraflar ve toplum için içinde fayda kalmadığı hallerde,genel sebep olarak “şiddetli geçimsizlik” gerekçesi boşanma davaları açılmaktadır. Tarafların birbirlerine olan sadakat yükümlülüğünün ihmali, zina, taraflardan birinin akıl hastalığına tutulması ve iyileşemeyecek durumda olması, hayata kast, birinin diğerine kötü muamelede bulunması, eşlerden birinin haysiyetsiz hayat sürmesi,eşlerden birinin suç işlemesi gibi özel sebepler boşanma nedeni olabilmektedir.

Evlillik birliğin üzerinden en az bir yıl geçmiş ve taraflar bütün konularda anlaşmış ise, yani kısaca  taraflar anlaşmalı boşanma davası açmış ise sorun yoktur.

Ancak  boşanma konularında anlaşma sağlanamamış ise, çekişmeli boşanma davası denilen bir süreç başlamaktadır.

İşte bu tür davalarda boşanma, velayet,nafaka gibi konular yanında ülkemizde örf ve adetler gereği düğün sırasında takılan takılar ile ilgili ihtilaflarda davanın içinde bir başlık olarak yer almaktadır.

Düğün sırasında takılan ziynet eşyalarının kime ait olduğu sorusu, boşanma davalarındaki en çok  tartışılan konularından biri olduğu gibi,bazen evliliğin devamı süresinde de eşler arasında ihtilaf konusu olabilmektedir. Eşlerden koca, bir kısım sebepler ile eşinden ziynetleri talep ettiğinde, eşinin olumsuz tavır takınması sonucu, ziynetlerde kendisinin de yasal anlamda hakkı bulunduğu inancı ile bir kısım zorlamalara başvurmakta , sonuçta boşanma davasına dahi giden bir geçimsizlik süreci başlatmaktadır.

Takı töreni bizde neredeyse düğünlerin olmazsa olmaz bir adetidir. Farklı şekillerde gerçekleştirilen bu tören sırasında davetliler, bilezik,altın, nakit para, gerdanlık vs. gibi  maddi değer taşıyan hediyeleri gelin ve damada takmaktadır.

İşte bu takıların kime ait olduğu konusu evlililik birliği ve boşanma sırasında genelde ihtilaf konusu olmaktadır. Düğünde kadına takılan takılar kime aittir? Bu sorunun cevabı mevcut durumda çok net olup ,düğün sırasında kadına takılan takıların, kadına ait olduğu şüphesizdir.Bir çok Yargıtay kararında da bu husus vurgulanmıştır.(1) Evlilik aşamasında ve boşanma halinde bunları geri verme yükümlülüğü olmadığı gibi paylaşım da söz konusu değildir.Edinilmiş mallara katılma rejimi açısından bakıldığında bunların kadına ait kişisel mal sayılması gerekir.Düğün sırasında erkek tarafının, kadına yani geline taktığı takılar bağış niteliğindedir.

Peki düğün sırasında erkeğe takılan takılar kime aittir? İşte bu durumda çıkan ihtilaflarda yapılacak iş, öncelikle  o yöredeki örf ve adete bakılması gerekir. Bir çok yörede takı erkeğe de, kadına da takılsa,  ziynet eşyalarının tümü kadına takılmış sayılmaktadır.Ancak örf ve adet erkeğe takılan takıların, erkeğe ait olmasını gerektiriyorsa bu takıların erkeğe ait olduğunu kabul etmek uygun olacaktır.(2)

 

Av.Muhammet Özer (3)

(1)Yargıtay 4.HD. E. 2002/10498 – K. 2003/770 – T. 27.1.2003, Yargıtay 4.HD E:2004/6794 -K:2005/157
T:24.01.2005, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2004/13-73- K. 2004/29 -T. 28.1.2004

(2)Yargıtay 2.HD. E. 1995/10121  – K. 1995/11061  T. 26.10.1995

(3)İstanbul barosu Avukatlarından

1 Eylül

Arabuluculuk

Arabuluculuk

Türkiye’de arabuluculuk, 22.06.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu (HUAK) ile bir “alternatif uyuşmazlık çözümü” yolu olarak uygulanmaya başlamıştır. Bu kanunla yeni bir serbest meslek ihdas edilmiş ve arabuluculuk mesleğini icra edecek kişilere “arabulucu” ünvanını kullanma yetkisi tanınmıştır.

Arabuluculuk, alternatif uyuşmazlıkları çözüm yöntemleri içinde en yaygın olarak kullanılan yöntemdir. Arabuluculuk; tarafların içinde bulundukları uyuşmazlığı, Arabulucu ünvanlı resmi ve tarafsız bir üçüncü kişi yardımı ile, mahkemeye gitmeden ya da mahkemenin yönlendirmesiyle sorunlarını çözmelerinde kullanabilecekleri; gizli, masrafsız, hızlı, her aşamada süreçten çekilebilecekleri ve süreç sonunda anlaştıklarında mahkeme kararı niteliğinde bir belge aldıkları ve daha sayılabilecek bir çok avantajı olan en etkin alternatif çözüm yöntemidir.

Taraflar sorunlarının çözümü için, Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü Arabuluculuk Daire Başkanlığı’nın resmi web adresi olan www.adb.adalet.gov.tr adresinde yer alan güncel arabulucular listesinden istedikleri arabulucuyu seçebilirler. Büromuz Avukatlarından Av.Arb.Muhammet Özer ve Av.Arb.Sami Demir’de ülkemizin ilk resmi arabulucularından birisidir.

1 Eylül

Evlat edinme işleminin iptali davası ile ilgili davalarda 5 yıllık hak düşürücü sürenin iptaline ilişkin AYM kararı

Anayasa Mahkemesi Başkanlığı

Esas Sayısı : 2012/35

Karar Sayısı : 2012/203

Karar Günü : 27.12.2012

Özet: Haklı nedenlerle evlatlık ilişkisinin kaldırılması ile ilgili sebebi, evlat edinme kararının kesinleştiği tarihten itibaren beş yıllık süre dolduktan sonra öğrenen kişinin, durumu geç öğrenmesine yol açan haklı nedenin varlığı değerlendirilmeden dava hakkını beş yıllık hak düşürücü süreye bağlayan itiraz konusu kural ile kişinin dava açma hakkı ölçüsüz bir şekilde sınırlanmakta ve hak arama hürriyetinin özü zedelenmektedir.

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Yargıtay İkinci Hukuk Dairesi

İTİRAZIN KONUSU : 22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 319. maddesinde yeralan “…ve her halde evlât edinme işleminin üzerinden beş yıl…” ibaresinin, Anayasa’nın 2., 11., 13. ve 36. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi istemidir.

I- OLAY

Aile mahkemesince, evlat edinme işleminin üzerinden 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 319. maddesinde öngörülen beş yıllık hak düşürücü sürenin geçmesi gerekçe gösterilerek reddedilen davanın temyiz incelemesini yapan ve itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Yargıtay İkinci Hukuk Dairesi sözkonusu ibarenin iptali için başvurmuştur.

II- İTİRAZIN GEREKÇESİ

Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:

“Davacı, evlat edinmeyi ve bu ilişkinin kaldırılması sebebini öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl içinde dava hakkını kullanmıştır. Ancak evlat edinme işleminin üzerinden beş yıl geçtiği için davası reddedilmiştir. Evlatlık ilişkinin kaldırılmasına ilişkin dava hakkının kullanılmasını, “evlat edinme işlemden itibaren beş yılla sınırlayan” Türk Medeni Kanununun 319. maddesi hükmü, Anayasanın 2., 11., 13. ve 36. maddelerine aykırıdır. Şöyle ki;

Anayasanın 2. maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri sayılırken “…Türkiye Cumhuriyeti’nin, bir hukuk devleti” olduğu belirtilmiş; 11. maddesi ise “Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu, kanunların Anayasaya aykırı olamayacağını”, 36. maddesi, “herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip bulunduğunu” hükme bağlamış, 13. maddesinde ise, “temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı” belirtilmiştir.

Evlat edinme ile, evlat edinenle evlatlık arasında doğal soybağına yakın bir soybağı ilişkisi kurulmaktadır.(TMK. m. 282/2) Bunun sonucu olarak evlat edinme ile, ana ve babaya ait hak ve yükümlülükler evlat edinene geçmektedir. (TMK. m. 314) Türk Medeni Kanunu, evli bir kimsenin tek başına evlat edinmesine, Kanunda sayılan belirli durumlarda izin vermiş, bunun dışında evli bir kimsenin tek başına evlat edinmesinin mümkün olmadığını, eşlerin ancak birlikte evlat edinebileceklerini hükme bağlamıştır. Kanunun “eşler ancak birlikte evlat edinebilirler” (m.306/1) hükmü ile evli bir kimsenin, birlikte evlat edinmenin imkansız olduğu bazı durumlarda tek başına evlat edinmesine imkan veren 307. maddesinin ikinci fıkrasının iptali isteği, Anayasa Mahkemesine itiraz yoluyla götürülmüş, Yüksek Mahkeme, 9.7.2009 tarihli, 2004/38 esas, 2009/108 karar sayılı kararıyla, bu hükümlerin Anayasa’ya aykırı olmadığı sonucuna vararak itiraz başvurusunu reddetmiştir. Kanun, kurulmuş olan evlatlık ilişkisinin kaldırılmasını gerektiren sebepleri 317. ve 318. maddesinde göstermiştir. 318. madde “evlat edinme esasa ilişkin diğer noksanlıklardan biriyle sakatsa, Cumhuriyet savcısı veya her ilgilinin, evlatlık ilişkisinin kaldırılmasını isteyebileceğini…” hükme bağlamış, “noksanlıklar bu arada ortadan kalkmış veya sadece usule ilişkin olup, ilişkinin kaldırılması evlatlığın menfaatini ağır biçimde zedeleyecek olursa bu yola gidilemeyeceğini” öngörmüştür. Anayasa Mahkemesine başvurulmasına karar verilen somut olayda, evli bir kimse, birlikte evlat edinmenin imkansız olduğu Kanunda gösterilen belli durumlar bulunmadığı halde, tek başına evlat edinmiştir. Başka bir ifade ile, Kanunun izin vermediği bir evlatlık ilişkisi kurulmuştur. Kanun, 319. maddesinde dava hakkının “evlatlık ilişkisinin kaldırılması sebebinin öğrenilmesinden başlayarak bir yıl ve her halde evlat edinme işleminin üzerinden beş yıl geçmekle düşeceğini” hükme bağlamıştır. Bu maddede öngörülen “ve her halde evlat edinme işleminin üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkının düşeceğine” ilişkin düzenlemenin altında yatan temel sebep, evlat edinme ile kurulan soybağı ilişkisi üzerindeki çekişmeyi bitirmek ve bu ilişkinin her zaman dava ile ortadan kaldırılabilmesi imkanını vermemek suretiyle ilişkiye istikrar kazandırmaktır. Kuşkusuz kanun koyucunun bu amacı, Kanunun izin verdiği bir evlatlık ilişkisi kurulmuş ise anlaşılabilir. Ortada Kanunun kesin biçimde yasakladığı bir evlatlık ilişkisi söz konusu ise, bu ilişkinin kaldırılmasını dava etme hakkının, işlem tarihinden itibaren beş yılla sınırlandırılması, kanuna aykırı bir ilişkiyi ilelebet sürdürmek anlamına gelir ki, yasa koyucunun bunu arzulamadığı açıktır. O nedenle, madde metnindeki “ve her halde evlat edinme işleminin üzerinden beş yıl” ifadesi Anayasanın 2. maddesindeki “hukuk devleti” ilkesiyle bağdaşmaz.

Öte yandan, Anayasanın 13. maddesi, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceğini, … bu sınırlamaların, … ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağını” hükme bağlamıştır. Hukuk devletinin bir gereği olan “ölçülülük” ilkesi yasa koyucu için bağlayıcıdır. Bu ilke, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında vurgulandığı gibi “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” ilkelerini içerir. “Elverişlilik”, getirilen kuralın ulaşılmak istenen amaç için elverişli olmasını, “gereklilik”, getirilen kuralın, ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli olmasını ve “orantılılık” ise, getirilen kural ile ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü ifade eder. (Anayasa Mahkemesinin 27.10.2011 tarihli 2010/71 esas, 2011/143 karar sayılı kararı.) Ölçülülük ilkesi nedeniyle Devlet, sınırlamadan beklenen kamu yararı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengeyi sağlamakla yükümlüdür. İtiraz konusu kural, “dava hakkını” ölçüsüz şekilde sınırladığından Anayasanın 13. maddesine ve Anayasa hükümlerinin yasama, yürütme ve yargı organlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır” şeklindeki 11. maddesine aykırı bir düzenlemedir. Anayasaya göre “herkes, meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” Bu hak, Anayasa’da herhangi bir sınırlamaya tabi tutulmamıştır. İtiraz konusu kural, kişinin dava açma hakkını ölçüsüz bir şekilde sınırlandırmakta ve hakkın özüne dokunmaktadır. Somut olayda davacının, eşi sağ iken böyle bir dava açmakta korunmaya değer bir hukuki yararı bulunmadığından (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 7.12.1955 tarihli ve 11/24 sayılı kararı.) o ancak eşinin ölümünden sonra bu hakkını kullanabilecektir. Böyle bir halde, evlat edinme işleminin üzerinden beş yıl geçmiş ise, başka bir ifade ile, olayda olduğu gibi eşi, evlat edinme işleminin üzerinden beş yıl geçtikten sonra ölmüş ise, işlem üzerinden beş yıl geçmiş olduğu için davacı hiçbir zaman dava açamayacak demektir. O nedenle sözü edilen kuralın, “hak arama özgürlüğünün” özüne dokunduğundan Anayasanın 36. maddesine de aykırı olduğu kanaatine varılmıştır.

Öte yandan; Anayasa Mahkemesi; kocanın soybağının reddi davası açma hakkını “her halde doğumdan başlayarak beş yılla” sınırlayan Türk Medeni Kanununun 289. maddesinin birinci fıkrasındaki “…her halde doğumdan başlayarak beş yıl. .” ibaresini, 25.6.2009 tarihli, 2008/30 esas, 2009/96 karar sayılı kararıyla Anayasaya aykırı bulmuş ve iptal etmiştir (R.G. 7.10.2009 gün ve 27369 sayı.) Babalık davasında da, çocuğun dava hakkını ergin olduğu tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süreye bağlayan Türk Medeni Kanununun 303. maddesinin ikinci fıkrasındaki “…hiç kayyım atanmamışsa çocuğun ergin olduğu tarihte işlemeye başlar…” hükmünü, 27.11.2011 tarihli, 2010/71 esas, 2011/143 karar sayılı kararıyla yine Anayasaya aykırı görerek iptal etmiş, bu hükmün iptali nedeniyle aynı maddenin ikinci fıkrasının kalan bölümünün de uygulanma olanağı kalmadığından iptaline karar vermiştir. (R.G. 7.2.2012 gün, 28197 sayı) Bu kararlarda ortaya konulan iptal gerekçeleri, evlat edinenle evlatlık arasındaki soybağı tesis eden “evlat edinme işleminin kaldırılması davası” için de geçerli olmak gerekir.

KARAR: Yukarıda açıklanan sebeplerle;

1- Davada uygulanacak kural niteliğinde olan Türk Medeni Kanununun 319. maddesinde yer alan “…ve her halde evlat edinme işleminin üzerinden beş yıl…” şeklindeki düzenlemenin; Anayasanın 2, 11, 13. ve 36. maddelerine aykırı olduğu kanaatine varıldığından, sözü edilen hükmün iptali için, Anayasanın 152′nci ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 40′ncı maddesi gereğince Anayasa Mahkemesine itiraz başvurusunda bulunulmasına,

2- Temyiz incelemesi bakımından, Anayasa Mahkemesine itiraz başvurusunun bekletici mesele sayılmasına, Anayasanın 152/3. ve 6216 sayılı Kanunun 40/5. maddesi gereğince, davanın temyiz incelemesinin, işbu başvurunun Anayasa Mahkemesinin kaydına giriş tarihinden itibaren beş ay süreyle bekletilmesine,

3- Gerekçeli başvuru kararının aslının, dava dosyası içindeki belgelerin aslına uygunluğu onaylı örneklerinin dizi listesine bağlanarak Anayasa Mahkemesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi.”

III- YASA METİNLERİ

A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı

22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun itiraz konusu kuralın da yer aldığı 319. maddesi şöyledir:

Hak düşürücü süre

Madde 319- Dava hakkı, evlâtlık ilişkisinin kaldırılması sebebinin öğrenilmesinden başlayarak bir yıl ve her hâlde evlât edinme işleminin üzerinden beş yıl geçmekle düşer.”

B- Dayanılan Anayasa Kuralları

Başvuru kararında, Anayasa’nın 2., 11., 13. ve 36. maddelerine dayanılmıştır.

IV- İLK İNCELEME

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince Serruh KALELİ, Alparslan ALTAN, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ve Erdal TERCAN’ın katılımlarıyla 18.4.2012 günü yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

V- ESASIN İNCELENMESİ

Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Fatma BABAYİĞİT tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

Başvuru kararında, itiraz konusu kural ile Kanun’un kesin biçimde yasakladığı bir evlatlık ilişkisinin kaldırılmasını dava etme hakkının, işlem tarihinden itibaren beş yılla sınırlandırılmasının Kanun’a aykırı bir ilişkiyi ilelebet sürdürmek anlamına geleceği; bu durumun hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayacağı gibi dava hakkını ölçüsüz şekilde sınırladığı ve hak arama özgürlüğünün özüne dokunduğu belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2., 11., 13. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Kanun’un itiraz konusu kuralın da yer aldığı 319. maddesi uyarınca, evlatlık ilişkisinin kaldırılmasına ilişkin dava hakkı, ilişkinin kaldırılmasını gerektiren sebebin öğrenilmesinden itibaren bir yıl ve her hâlde evlat edinme işleminin üzerinden beş yıl geçmekle düşmektedir. Beş yıllık süre, evlat edinme kararının kesinleştiği tarihten itibaren başlamaktadır.

Evlatlık ilişkisinin kaldırılması için öngörülen süreler, hak düşürücü süre olduğundan, hâkim tarafından yargılamanın her aşamasında kendiliğinden nazara alınacaktır. Bu nedenle Kanun’da öngörülen süre geçmiş ise dava, hak düşürücü sürenin geçirilmesi nedeniyle reddedilecektir.

Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve kanunlarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.

Kanunların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle kanun koyucunun hukuki düzenlemelerde kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir.

Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri mahkemeye erişim hakkıdır. Bu hak, hukuki bir uyuşmazlığın bu konuda karar verme yetkisine sahip bir mahkeme önüne taşınması hakkını da kapsar. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca, hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanımına ilişkin düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak, bu sınırlamalar Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz.

Anayasa’nın 13. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamalar, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi, hak ve özgürlüklerin özlerine de dokunamaz. Hak arama özgürlüğü demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez unsurlarından biri olup tüm bireyler açısından mümkün olan en geniş şekilde güvence altına alınmalıdır. Diğer taraftan, hukuki işlem ve kuralların sürekli dava tehdidi altında bulunması hukuk devletinin unsurları olan hukuki istikrar ve hukuki güvenlik ilkeleriyle bağdaşmaz.

Anayasa’nın 41. maddesinde, Türk toplumunun temeli olarak tanımlanan aile ve çocukların yüksek çıkarının korunması için tedbirler alınması devlete verilmiş bir ödevdir. Çocuğun korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça biyolojik anne ve babası ile kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahip olduğu düşünüldüğünde, bu hakkı ve işlevselliğini koruyan hak arama özgürlüğünü zedeleyecek nitelikteki kuralın, gözetilmesi gereken birey ve kamu yararı arasındaki adil dengeyi koruduğu söylenemeyecektir.

İtiraz konusu kuralda, evlatlık ilişkisinin kaldırılması davasının belli sürelerle sınırlandırılmasındaki amacın, çocuğun ve ailenin devamlı olarak dava tehdidi altında bulundurulmasını engelleyerek evlat edinme ilişkisine istikrar kazandırmak, aileyi ve çocuğu korumak, ailenin ve toplumun huzurunun bozulmasını önlemek olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, Kanun’da kişinin kusuru olmaksızın, onu, vaktinde dava açmaktan alıkoyan haklı nedenlerin varlığından dolayı evlat edinme işleminin ortadan kaldırılması davasının süresinde açılamaması durumu için herhangi bir düzenleme öngörülmemiştir. Kanun’a göre evlat edinme kararının kesinleştiği tarihten itibaren beş yıllık süre geçtikten sonra, gecikmeyi haklı kılan bir neden olsa bile evlat edinme işleminin kaldırılmasına ilişkin dava, süre yönünden reddedilecektir. Haklı nedenlerle evlatlık ilişkisinin kaldırılması ile ilgili sebebi, evlat edinme kararının kesinleştiği tarihten itibaren beş yıllık süre dolduktan sonra öğrenen kişinin, durumu geç öğrenmesine yol açan haklı nedenin varlığı değerlendirilmeden dava hakkını beş yıllık hak düşürücü süreye bağlayan itiraz konusu kural ile kişinin dava açma hakkı ölçüsüz bir şekilde sınırlanmakta ve hak arama hürriyetinin özü zedelenmektedir.

Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2., 13. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.

Kuralın, Anayasa’nın 11. maddesi ile ilgisi görülmemiştir.

Mehmet ERTEN bu görüşe farklı gerekçeyle katılmıştır.

VI- İPTAL KARARININ YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU

Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında, “Kanun, kanun hükmünde kararname ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.” denilmekte, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrasında da bu kural tekrarlanmaktadır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 319. maddesinde yer alan “…ve her halde evlât edinme işleminin üzerinden 5 yıl…” ibaresinin iptal edilmesi nedeniyle, doğacak hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edecek nitelikte görüldüğünden, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince iptal hükmünün, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür.

VII- SONUÇ

1- 22.11.2001 günlü, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 319. maddesinde yer alan “…ve her hâlde evlât edinme işleminin üzerinden beş yıl…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE,

2- 4721 sayılı Kanun’un 319. maddesinde yer alan “…ve her hâlde evlât edinme işleminin üzerinden beş yıl…” ibaresinin iptal edilmesi nedeniyle, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince İPTAL HÜKMÜNÜN, KARARIN RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK ALTI AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE,

27.12.2012 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.